Önder Şenyapılı-Yazıları

Artisan Sanat Galerisinde Suna Özkalan’ın denizcileri oturmuşlar, dinleniyorlardı. Ben ise, soluk soluğa, Suna Özkalan’ın görüntülediği engebeli sokaklarda dolaşıyordum. Pencerelerde saksılar vardı. Kadınlar kapıların önüne çıkmışlardı. Kimileri çömelmişti duvar dibine. Hepsine ‘merhaba’ deyip geçtim. TV antenleri yalnızlıklarını yaşıyorlardı. İşlevsizdiler. Çünkü yayın yoktu o sırada...

Elektrik direkleri de engebeli araziye ve evlerin derme çatmalığına uyum göstererek eğrilmişlerdi.

Güdük minarelerin şerefelerinde müezzin gözükmüyordu. Yalnızlığını yaşıyordu sokaklar evler, cılız ağaçlar ve de insanlar... Denizler ise sırtlarını dönmüşler, yaptığım gezintiyi umursamaksızın kendi düş dünyalarında yalnızdılar... Ya da ikisi bir söyleşi tutturmuş, sokakları değil de dalgalı ya da dingin denizlerdeki küçük serüvenlerini, belki de, denizler ötesindeki yakınlıkları anımsatıyorlardı birbirlerine...

Suna Özkalan’ın müzikçilerini tanımıştım öncelerden. Cıvıl cıvıl, rengârenk kumsallarda sürülen sefaları paylaşmıştım önceki sergilerinde. Artisan’ın sahibi Erten Mestçi ‘Suna Özkalan’a Devlet Balesinin provalarını izleme izni vermişler’ dedi. Demek ki, bundan sonraki sergisinde balerinlerin danslarını izleyeceğiz...

(Önder Şenyapılı - Ulus: Şubat 1985)

Geçen yılın şubat ayında Artisan Sanat Galerisi’nde sergilemişti yapıtlarını Suna Özkalan. O sergisiyle ilgili yazımı noktalarken, Artisan’ın sahibi Ertan Mestçi’nin Suna Özkalan’a Devlet Balesi’nin provalarını izleme izni verdiklerini söylediğini belirtmiş, demek ki, bundan sonraki sergisinde balerinlerin danslarını izleyeceğiz demiştim. Suna Özkalan, bu yıl Beymen/Bedesten ’de (Atatürk Bulvarı 139) sergiliyor yapıtlarını. Ama balerinleri konu edinen birkaç yapıtı var. Suna, bugüne değin çalıştığı konuların karması bir sergiyle çıktı başkentlerinin önüne bu yıl. Erkenden ısınan havaların uyandırdığı tatil özlemini mi gidermek istiyorsunuz. Bedesten’e girer girmez sağ kolda sergilenen bir kıyı yerleşimin, Foça’nın görüntüleri, duyduğunuz özlemi ya hafifletir ya da daha bir pekiştirir, bilemem! Ama Foça’nın ya da herhangi bir kıyı yerleşiminin pürüzsüz güneş ışınları altında pırıl pırıl parlayan renkleri Suna’nın resimlerine yansımıştır. Çatılardaki kiremitlerinin kırmızısından ışıl ışıl deniz mavisine, Akdeniz toprağının bereketiyle ikliminin nimetlerinden yararlandığını belli eden ağaçların yeşilinden, küçük kabasaba evlerin çeşit çeşit boyanmış duvarlarına değin bütün renkler canlıdır sahil yerleşimlerinde. Suna’nın resimlediği gibi canlıdır.

Foça’dan Uludağ’a geçebilirsiniz. Öyle uzun bir yolculuk etmeksizin Uludağ’a varabilirsiniz. Bedesten’in içinde birkaç adım atmakla. Bu kez de, Uludağ’ın o bembeyaz karlarını ‘lekeleyen’ devinimli ve yaşam dolu insanların arasında tanışlarınızı bulabilir misiniz diye aramaya girişebilirsiniz. Suna’nın resimlerinde, konu ne olursa olsun, bir ‘sıcak’lık var. Büyük kentin, örneğin Ankara’nın gecekondu bölgelerini konu edindiğinde bile, sezinleyemediğimiz  ‘görsel’  sıcaklığı saptıyor. Aynı özellik ‘ölü doğa’larında da gözleniyor.

Ve elbeltte,  ‘müzikçiler’i, böylesine sıcak oluşturulmuş bir ortamda duymak istediğimiz müziği çalıyorlar. Yalnız gözünüzü açıp resimlere bakmakla yetinmemek, kulağınızı dört açıp bu müziği de işitmeğe çalışmak yararınızadır.

(Önder Şenyapılı - Güneş: Mart 1986)

Suna Özkalan bu yıl Beymen/Bedesten’de sergiledi resimlerini. Bir gün, Bedesten’in yöneticisi Döne Otyam telefon etti. Suna’nın sergisi için hazırlanacak çağrı kartına girecek yazıyı yazar mıyım diye sordu. Yazarım, dedim. Yazdım: ‘Bir büyükkentin (Ankara’nın) gecekondu bölgelerindeki sezinleyemediğimiz görsel sıcaklığı paylaşırken; Bir kıyı yerleşmesinin (Foça’nın) parlak güneşinin kızdırdığı kumlara yatmış dinlenenlerin mutluluğana imrenirken; Bir dik başlı ama sevecen dağın (Uludağ’ın) tertemiz karbeyazını renklendiren görüntülerle coşkulanırken; İzlenimlerinize, duygulanmalarınıza, kıvancınıza ve zaman zaman tasanıza eşlik eden melodileri DE Suna Özkalan’ın  ‘müzikçiler’i seslendiriyor...” Aynen böyleydi. Suna’nın resimlerinde, konu ne olursa olsun, bir ‘sıcaklık’ var. Ve elbette, ‘müzikçiler’i, böylesine sıcak resimlerden oluşan ‘sıcak bir ortam’da duymak istediğimiz müziği çalıyorlar.

Dolayısıyla, Suna’nın sergisini gezerken, yalnızca gözü dört açıp resimlere bakmakla yetinmemek, kulağı dört açıp ‘o müziği’ de işitmeye çalışmak gerekiyor.

(Önder Şenyapılı - Sanat Olayı: Nisan 1986)

 

Beymen/Bedesten’deki açılışa biraz geciktim. Bedesten Beymen Ankara’nın 9. katındadır. Girişte Beymen’in Müşteri İlişkileri Müdiresi Gülgün Ural’la kucaklaştık. Sen niye yukarıda değilsin?” diye sordum. Asansörlere giden yolun sağındaki alanda bulunan masanın çevresindeki iskemlelerden birinde elinde telsizi oturan Çankaya Belediye Başkanı Protokol Müdürü Gökhan Özdemir’i göstererek Gülgün: ”Erdoğan Yavuzlar gelecek, onu bekliyorum ”diye yanıtladı. Gökhan’la tokalaştık, hal hatır sorduk karşılıklı. Sonra ben onları ‘beklemede’ bırakıp asansöre yürüdüm. Birden anımsadım ki, gecen ay yazmayı unuttum: Hani Suna Özkalan’ın çağrı kartında yer alan metni benim yazdığımı anlatmıştım ya, Suna’nın açılış kokteyline geldiğimde, Döne, ‘Bu size geldi’ diye bir telgraf uzattı: Açtım okudum:

‘Sayın Önder Şenyapılı.

Atatürk Bulvarı 139 Ankara Nazik davetiyenizi aldım. Yoğun işlerim nedeniyle katılamadığımdan dolayı üzgünüm. Suna Özkalan Resim sergisi toplantısının başarılı geçmesini diler saygılar sunarım. Erdoğan Yavuzlar Çankaya Belediye Başkanı’ Erdoğan Yavuzlar, olanak buldığu ölçüde sergi açılışlarına katılıyor, resim satın alıyor, gelemezse telgraf çekiyor, kesinkes çiçek gönderiyor. Hem de öyle küçük bir sepet, bir aranjman filan değil ayaklı, devasa bir çelenk. Halil Adeniz, Mustafa Türkyılmaz, Leyla Onat, Suna Özkalan, Gülsün Karamustafa vb. sergilerinde çiçeği geldi Yavuzlar’ın. Sanata ve sanatçılara dost. Sanatsal etkinlikleri destekleme çabası bu kadarla kalmıyor. Geçen yıl ‘en güzel çiçekli balkon yarışması’, bu yıl ‘gençler arası fotoğraf yarışması’ açtı. Çankaya Belediyesinin amblemini sanatçılar arası bir yarışmayla seçti. Sanatın gelişmesini ve sanatçıyı özendirmeyi ‘görevleri’ arasında sayıyor.

(Önder Şenyapılı - Sanat olayı: Mayıs 1986)  

          

SUNA ÖZKALAN’IN FİGÜRSÜZ RESİMLERİ

Kıyı kentlerinin buğulu sıcaklığını, karlı dağdaki ateşin yaşamı, engebeli sokakları, televizyon antenleri ve minare gölgeleriyle açıklı koyulu ıssızlıklar yaşayarak uzanan gecekonduları görüntüleyerek ünlendi. Sonra şen denizcilerin gizemli sohbetlerine göz misafiri etti izleyenlerini durmadı, balenin estetik devinimli dünyasına konuk oldu, o dünyanın zaten hazlarla yüklü edasını sedalandırdı. Dans  sahnesinden ses sahnesine gecti: ’orkestralar’ dizisini boyamaya koyuldu. Solistler, şefler, orkestranın tek tek üyeleri ve de hepsi birlikte öylesine yansıdı ki kağıtlara ,kartonlara, tuvallere ve de her türlü malzemeye (eline geçen her türlü malzeme üstüne resim yapar) şairin ‘baki kalan bu kubbede bir hoş seda imiş’ dizesindeki eksik kapsamlı kıldı: bir hoş sedanın bu kubbede görsel olarak da kalabileceği ortaya çıktı. Günün 24 saati, haftanın 7 günü yılın 52 haftası ömrünün bütün yılları resim yapmaya özgülenmelidir, özgülenmiştir de. Yaz dinlencelerinden bile bir kucak resimle döner. 4 mevsim tazeliğini yitirmeyen bir tutkudur resim yapmak o’nun için. Değişik açılardan yaklaşır izleklerine, yeni görsel tadlar arar, denemelere girişir. Son  döneminde figürsüz boya resim ve kolajlar yapmaya ağırlık vermiştir. Figürlü reimlerine alışmış olanlar yadırgamışlardır bu değişimi. Oysa soyutlamacı bir tutumla boyadığı ‘orkestralar’ı değişimin ilk habercileriydiler. Büyük renk lekelerinden  oluşmuş, müziğin ritmini kalınlı inceli fırça vuruşlarıyla yakalamış soyut görüntüler, figürlü görüntülere alışık gözlerde algılama zorluğuna yol açmadığı, başka bir deyişle, ‘Orkestralar’ı çağrıdıştıkları için yadırganmamıştır.

Boyaresim ve kolajları resmin figürlüden soyuta değiştiğini mi gösterir yalnızca? Hayır; başka değişimleri de imler. Örneğin bale ve orkestra sahnelerinin yerini artık salt kendi uğraşının sahnesi  almıştır. Bu sahnede Bedri Rahmi ‘reis’ in adlandırmasıyla ‘dört küheylan’ gösteri yapar: çizgi ,renk, leke, benek. Zaman zaman başka konuklar da katılır bunlara ve yapıştırılmış plastik öğeler olarak sahnede yerlerini alırlar. Dört küheylan ile sınırlı ve konuk öğelerle zenginleştirerek gerceklestirilmiş olmaları, gösterilerin niteliğini etkilemez. Çünkü yönetmen oyuncularına egemendir; senaryo yazarı iletisine duyarlıdır: kurgu yönetmeni işinin ehlidir; görüntü yönetmeni kendine güvenlidir; koreograf ahenkli bir ritmi  nasıl tutturacağını bilmektedir; üstelik  yekvücut çalışmaktadırlar. Yekvücutt ise Suna Özkalan diye ünlenmektedir. Sessiz, alçakgönüllü, yarattıklarını göstermekten çekinen, övüldüğünde kızaran yaradılıştaki Suna Özkalan ‘ın figürsüz boyaresim ve kolajları ne denli kapsamlı ve renkli bir iç dünyası, oduğunu belgeler. Figürsuz boyaresim ve kolajlar dış dünyasını sürekli tarayan ürkek (oysa ne görecegini cok iyi bilen) bakışların yakaladığı varolan görüşlerden kaynaklanan oldukça süzme estetik yorumlara dönüştürülmüş görüntülerdir kökende: Örneğin kent duvarlarına biri sökülmeden bir öteki, üstüste  yapıştırılmıs aşıların yırtılmasıyla ortaya çıkan ve pek de göze hoş gelmeyen görüntülerdir Suna’yı esinlendiren. Örneğin sıvaları pul pul dökülen iyice yıpranmış yaşlı bir duvarın üstüne sarkmış dal dal taze yapraklar ve genç çiçeklerin yol açtığı karşıtlıklardır. Ama bunlar sanatçının süzgecinden geçerken değişir ve yepyeni düzenlemelerle dönüşürler. Dahası, bu düzenlemeler daha önce yapılmış soyut resimleri andırmazlar. Suna’ya özgüdürler; özgündürler. Sonuç, alçakgönüllü, övüldüğünde kızaran yaradılıştaki Suna Özkalan’ın figürsüz boyaresim ve kolajları gümbür gümbür konuşan, iddialı, sanatçısının yüzünü ağartan çalışmalardır. Daha ne olsun?

(Önder Şenyapılı – Sanat Çevresi Dergisi- 1993)  

SEVDİĞİNİZ MÜZİĞİ DİNLEYECEĞİNİZ BİR RESİM SERGİSİ

‘Brahms’ı sever misiniz?’’

Hayır hayır!.. Ne Francois Sagan’dan ne de bu soruyu başlık ettiği romanından söz edecek değilim. Konumuz bir resim sergisi ve soru konumumuzla ilgili:

Brahms’ı sever misiniz?

Ya da Mahler’i, ya da Smethana’yı, ya da Respighi’yi, ya da Dvorjak’ı, ya da Grieg’iya da Shostokovich’i sever misiniz? Belki de Bach’ın üstüne yoktur diyenlerdensiniz. Belki de Vivaldi hayranısınız. Ya da Beethoven’i göklere çkaranlatdan. Ya da Mozart’ın müziğiyle büyülenenlerden. Chopin’in müziğiyle kendinden geçenlerden, Tchaikowsky’nin müziğiyle romantikleşenlerden, Prokofiev’le ateşlenenlerden olabilirsiniz.

Ya da resim sergisinden söz edildiğinde Mussorsky’nin müziğini mırıldanmaya başlayanlardan birisiniz.

Hangi besteciyi seviyor olursanız olun Suna Özkalan’ın sergisinde O’nun müziğini duyacaksınız.

Suna Özkalan’ın orkestraları bütün bestecilerin yapıtlarını seslendiriyorlar.Solistler, oda orkestraları, herkes için müzik yapıyorlar.  Herkesin sevdiği, hoşlandığı, bayıldığı müziği dinletiyorlar. Üstelk sadece kulağa değil göze de sesleniyorlar. Çizgiyle, lekeyle, renkle dokunmuş bir görsel şölen, sevdiğiniz müziği çağrıştırıyor ister istemez ve de böylece görsel-işitsel bir şölene dönüşüyor.

Özkalan, çizgiyle, lekeyle, renkle, bir dinletinin ister solo ister toplu bir dinletinin devinimini aktarıyor bize. Dolayısıyle, her bir resmi izlerken gerçekten bir dinletideymiş duyumsamasına kapılıyorsunuz. Ve sevdiğiniz müziği dinlemeye başlıyorsunuz. Brahms’ı seviyorsanız örneğin şuradaki senfoni orkestrasının, bestecinin ‘4. Senfoni’sindeki yüreklerin atışını ‘cresendo’ya eriştiğini hemen ayrımsıyorsunuz. Ama Brahms’ı sevmeniz ön koşul değil, hangi besteciyi seviyorsanız onun müziğini bulabilirsiniz bu resim sergisinde. Ve bu sergiyi gördükten sonra, müzik tutkunu olsanız bile, bizim yönelttiğimiz soruyu, siz değiştirip sorabilirsiniz bundan böyle… ‘Suna’yı sever misiniz?’

(Önder Şenyapılı – Aralık 1992)